Şerife Güler


Terzi Söküğünü Dikemezmiş

Nasip olmayan bir eşyanın zihnimi oyaladığı zamanlar bunu mu dert edip, üzülüyorsun diyorum çoğunlukla. Bize verilmeyenlere değil de çocuğa verilmeyen bisiklete çok takmıştım.


Terzi söküğünü dikemezmiş: utanıyoruz söylemekten, yazmaktan. 

Nasip olmayan bir eşyanın zihnimi oyaladığı zamanlar bunu mu dert edip, üzülüyorsun diyorum çoğunlukla. Bize verilmeyenlere değil de çocuğa verilmeyen bisiklete çok takmıştım. Diğer çocuklar oynarken, çocuğum anne sen almadın bana dediğinde. En son çocukları ayırmayın demiştim kurduğum mahkemede ve kendi alın terimle almayı diledim.

İskender Pala’nın Od adlı eserinde Yunus Emre’nin hikâyesi anlatılıyor. Kitabın ikinci bölümünde Yunus Emre, buğday almak için Hacı Bektaş’ın yanına gider. Can mı istersin Yunus buğday mı diye defalarca sorar. Hacı Bektaş Veli’nin nefes verme isteğine karşın ailesinin açlıkla mücadele ettiğini söyleyip buğday ister, buğday alır. Yunus memleketi Sarıcaköy’e döndüğünde oğlu İsmail dışında eşi Sitare ve tüm yakınlarının Moğol istilası sonucu öldürüldüğünü görür. Ne zaman bir şey talep etmek istesem bu hikâye geliyor aklıma.

İki ay falan oluyor yatağı havalandırmak için konteyner arasına koydum. Gerçekten havalandı bir daha göremedim. Yatak ihtiyacı oluştu malum sebepten, yönetime git gel, talep oluştur iki hafta uğraştım iki hafta sonra iki kez kayıt oluşturulmasına karşın kaydım yokmuş.

 Bürokrasi en çok burada, ruhunu kapmışlar. Levent Kırca’nın ‘Olacak O Kadar’ diye mizah programı vardı, karşılaştıklarımız orada izlediğimiz skeçleri aratmayacak tarzda. Sorunu söylüyorsun hemen yönlendiriyorlar hop bir kapı, sonra diğer sorumlu, sonra diğeri ve sonra yine diğer kişi ve son olarak ilk kişiye geliyorsun. Sonuç mu gittiğin sebebi unutuyorsun.

Duyarlı insan olmak zor, şu an en çok istediğim bazı şeyleri görmemek, duymamak. Haksız sayılmam aslında. Kimse rahatsız değilse kör ve sağır olmayı bilmek gerek. Bir yardım gelince en ön sırada olanlar bir sorun olunca seyirci olmayı tercih ediyor. Birileri çözsün bende nimetlerinden faydalanayım, bir sazan çıkar diye düşünüyor. 

 Deprem bir anda oldubitti ama eski yaşantımıza dönmemiz ne kadar zaman alacak. Adıyaman’da güvenip kiralanacak ev yok, asgari ücretle kiralık ev bulsan nasıl geçineceksin ayrı bir sorun?

Asgari ücret görüşmeleri yapılıyor yüzde elli beş zam oranı konuşuluyor. On bini bulan kiralar zamla birlikte artış gösterecek bu göz önünde bulunduruluyor mu?

Temel besin maddesi bir adet yumurta dört lira, bir litre süt otuz beş lira hesap ediliyor mu?  Ne yapacağız, nasıl yaşayacağız, nasıl normalleşeceğiz?

Konteynerde yaşam gün geçtikçe zorlaşıyor. Yağışla birlikte alttan ıslanıyor, terleme yapıyor ve ısınmıyor. Mahremiyet alanı yok denilecek düzeyde. Evi olanlar gündüz ve hafta sonu rahat ev yüzü görüyor ya bizler gibi gidecek evi, kapısı olmayanlar ne yapsın?

Kapının önüne ne koysan uçuyor. Kapatıp ayakkabılık, çamaşırlık, çöpü koymayı planlarken yönetimden bildiri geldi. Kesinlikle konteyner önleri kapatılmayacak, kapatanlar konteynerden atılacak. 

Kemal Sunal’ın Kılıbık filminde Kamil’in karakol korkusu vardı, bizde de yönetim korkusu oluştu. Hem o kapıdan girmekte kolay değil, çıktığında da ne için gittiğini unutuyorsun?

Balık bilmese halik bilir diyerek yönetime sordum. Neden izin vermediklerini? Yönetim tek tip olsun diye çatıların etrafının kapatılmasını istemiyormuş, onlar da haklı ne diyeyim…

Öyle bir devim ki ben, hakikatte pireyim, Bir delik gösterin de, utancımdan gireyim. (NFK)