Hamza Çelenk


Rüstem

Bir sıkıntın var mı, diye sordum. Hafifçe başına salladı. Her zamanki gibi yoluma devam ettim. Ortalık kar, boran...


Bir sıkıntın var mı, diye sordum. Hafifçe başına salladı. Her zamanki gibi yoluma devam ettim. Ortalık kar, boran... yolun kenarı başıboş it gırla. Elime, hem dayanak olsun hem de itten korunayım diye bir değnek almışım ki ne değnek. Budakları ellerime batıyor. Karda adımlarımı sayar gibi yürüyorum. Adımımı attığım yere dikkat etmem gerek. Takriben kırk dakika kadar yürümüşüm. Şu meret tümseği de geçsem önüm uçsuz bucaksız ova. Kenardan yol alarak kasabaya varacağım. Düzlüğe varınca beyaz örtü iyice inceliyor. Yer yer oluşan çamurdan düşekayıyorum. Kendimi bildim bileli bu yolu defalarca adımlamışım. Bir şey mi kaybettim burada bilmiyorum, fakat her defasında kendimi burada buluyorum. 

 Eve vardığımda çocuklar hemen paltomu üzerimden alıyorlar. Sobaya yeni odun atılmış, sacı kızıla duruyor. Tencerede tarhana kaynıyor. Hafif bir rutubet kokusu da sarmış odayı. Ellerimi az ovuşturup sobanın yanına çömeliyorum. Çocuk sobanın kenarına alelacele bir minderle yastık bıraktı. Oraya uzandım, uyuyakalmışım. Ne kadar süre geçtiği bilmiyorum. Dışarıdan gelen gürültülerle uyandım. Dışarı çıktım, hava aydınlık. Komşumuz İbrahim'in oğlu Yusuf'muş. Hayırdır dememe fırsat vermeden dayısı Koca Rüstem'in vefat haberini verdi. Şaşırdım, daha birkaç saat önce yolun kenarında "bir sıkıntın var mı?" diye sormuştum. Hey gidi Koca Rüstem. Babası rahmetli Halil Emmi, Rüstem-i Zal hikâyesinden öğrendiği ismi oğluna vermişti. Hani boyu ve azameti ile Zaloğlu Rüstem'i de çağrıştırmıyor değildi.

 Rüstem, meğer acısını bastırmak için dişlerini sıkıyormuş. Rahmetli dedemden duymuştum. Kimi insanların acısı dişlerinde gizlidir, acıyı dillendirmeyi ayıp sayıyorlarmış, akledemedim.