Ramazan Sayfası


Ramazan Sayfası 22

Bu sayfa Adıyaman İl Müftülüğü tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından yararlanarak hazırlanmıştır.


ÂYET-İ KERİME

"Rabbin, kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, anaya babaya iyi davranmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘öf!’ bile deme; onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle.” (İsrâ, 17/23).

HADİS-İ ŞERİF

“Anne baba, kişinin cennete girmesine vesile olacak en yüce kapılardan birisidir. Bu kapıdan girme fırsatını kaybetmek ya da değerlendirmek artık senin arzuna kalmış!” (Tirmizî, Birr, 3.)

 

ANNE VE BABA HAKKI

Bir cemiyetin ayakta kalabilmesi ve varlığını sürdürebilmesi, o cemiyeti oluşturan aile çekirdeğinin bütünlüğüne bağlıdır. Aileleri sağlam olan cemiyetler, hücreleri sağlıklı olan bir insan bedenine benzer. Aile ocaklarının gerçek kurucuları ise eşler, yani anne ve babalardır. Yuvaların kurulmasında ve yürütülmesinde, çocukların büyütülüp cemiyete faydalı insanlar hâline getirilmesinde asıl mesuliyet ve zahmet anne babanın üzerindedir. Ailenin temel direği olan anne ve babalar, çocukları için her türlü fedakârlığı yapan insanlardır. Bu nedenle her evladın bu saygıdeğer insanlara karşı görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Hiçbir çocuk anne ve babasının hakkını dünyada ödeme kudretine sahip değildir ve hiçbir çocuktan bu hakları birebir ödemesi de istenmez. Ancak anne ve babanın, çocuklarından saygı, sevgi, hürmet ve itaat beklemeleri de onların en tabii haklarıdır. Yüce dinimiz İslâm, anne ve baba hakları üzerinde hassasiyetle durmuş, anne ve babaya saygıyı, bir sosyal sorumluluk, bir görev değil, dinin bir emri olarak kabul etmiştir. Bu hususta aşağıda mealini sunacağımız âyet gayet anlamlıdır: “Rabbin kesin olarak şunları emretti; ancak Rabbinize itaat edin, ana-babaya güzellikle muamele edin, eğer onlardan biri veya ikisi senin yanında ihtiyarlık hâline ulaşırsa, sakın onlara ‘öf’ bile deme ve onları azarlama, ikisine de iyi ve yumuşak söz söyle. İkisine de acıyarak tevazu kanadını indir ve şöyle de: Ey Rabbim, onlar beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi sen de kendilerine merhamet et.” (İsrâ, 17/23-24.)

Burada geçen âyet-i kerimede, Allah’a itaatten hemen sonra anne ve babaya iyilik emredilmekte, anne babaya itaat etmek, Allah’a itaatin tamamlayıcısı olarak kabul edilmekte ve onları kıracak, üzecek en küçük bir söz ve fiilden sakınılması uyarısı yapılmaktadır. Bütün bunlara ilaveten, anne-babalarına iyi bakan insanlardan, sürekli olarak onlar için Allah’a dua etmeleri de talep edilmektedir. Burada zikredilen davranışlar, kişilerin tercihlerine bırakılmış davranışlar değil, bizzat Kur’ân’ın, yani Allah’ın emirleridir.

Hz. Peygamber (sav) de pek çok hadis-i şeriflerinde ana-babaya itaati emretmiş, hatta vaktinde kılınan namazdan sonra Allah nazarında en sevimli ibadetin ana babaya itaat etmek olduğunu beyan etmiş ve ebeveyne sevgi ve saygıyı ibadet mesabesinde değerlendirmiştir. (Buhârî, Rikâk, 18.) Ayrıca onlara itaatin Allah’a itaat, onlara isyanın da Allah’a isyan anlamına geleceğini ifade etmiş (Feyzü’l-Kadir, IV, 262.), Allah’ın rızasının ancak ana-babayı hoşnut ve razı etmekle kazanılacağını bildirmiştir. (et-Tac, V, 6.)

Bütün bu âyet ve hadislerden açıkça anlaşıldığına göre, Allah, kendisinden sonra ana-babaya itaat etmeyi onlara iyilik etmeyi emretmekte, kendisine itaatten sonra ana-babaya itaati ve onlara hürmeti zikretmektedir. İnsanlar, özellikle ihtiyarlıkları döneminde onları incitecek söz ve davranışlardan sakınmalı hatta onlara “öf” bile dememelidirler. Onların kalplerini kıran, onlardan sevgiyi esirgeyen nesiller, hem bu dünyada yaptıklarını fazlasıyla görecekler, hem de ahiret hayatında cezalarını çekeceklerdir.

Şirk ve haram olduğu kesinlikle bilinen konularda ana babanın taleplerine uymayı dinimiz asla caiz görmemiş, ancak hizmet ve hürmet etme konusunda Müslüman olanla Müslüman olmayan ana baba arasında İslam fark gözetmemiştir. Bu hususta Rabbimiz şöyle buyurur; “Eğer ana baban, hakkında bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için seni zorlarlarsa, bu durumda onlara uyma ama yine de onlara dünyada iyi davran.” (Lokman,31/15) Hz. Ebu Bekir’in kızı Esma (r.a.) Mekke’den Medine’ye kendisini ziyarete gelen müşrik annesini evine kabul etmemiş, bunun üzerine peygamberimiz tarafından uyarılmıştır. Evladın ana-babasına karşı vazifeleri sadece onlar hayatta iken değil, vefat ettikleri zaman da devam eder.

Görüldüğü gibi İslâm dini anne ve babaya iyi davranmayı, onların ihtiyaçlarını karşılamayı, meşru ölçüler içerisinde isteklerini yerine getirmeyi, gönüllerini almayı ve onlara merhamet kanatlarını gererek hayır dualar etmeyi emretmektedir. Onlarla alakayı kesmeyi, kaba ve sert konuşmayı, gönüllerini kırmayı, onlara karşı her türlü isyankâr söz ve davranışlarda bulunmayı da kesin olarak yasaklamaktadır.

Modern toplumda, ilişkilerin mekanikliği içinde adeta kaybolurcasına yaşadığımız hayatlarımızda, anne babamızın her zamandan daha çok sevgiye, ilgiye ve yakınlığa ihtiyaçları var. Sevgiyi yaşarken hissettirmek, onları manen kuşatır, yalnızlıktan, çaresizlikten kurtarır, kişiliklerine katılır ve gıda olur. Böylece aile ocağı herkes için huzurun soluklandığı mekânlar haline gelebilir ve en umulmadık güzellikleri yakalama fırsatı bulunabilir. Toprak tohuma, tohum yağmura, yağmur buluta ne kadar muhtaç ise insanda ana babaya öyle muhtaçtır. Sevgilerini yüreğimizde büyüterek, sözlerimize ve davranışlarımıza yansıttığımız ölçüde onları mutlu edebiliriz.

 

FETVA

Zekât Hesaplanırken Hangi Borçlar Düşülür?

Zekât vermekle yükümlü olan kişi, elindeki zekâta tâbi olan malından kul haklarına müteallik borçlarını düşer. Hanefî mezhebinin genel görüşüne göre ödeme günü gelmiş veya gelmemiş olan borçlar bu konuda aynı hükme tâbidir. Ancak Hanefîlerden bir kısım âlimlerin görüşüne göre, sadece vadesi gelmiş olarak birikmiş ve alacaklısı tarafından talep edilen borçlar düşülür; henüz ödeme günü gelmemiş olan borçlar düşülmez. Zira bu tür veresiye borçlar genellikle alacaklıları tarafından istenmez; ödeme günü gelmiş olan borçlar istenir (Kâsânî, Bedâî’, II, 6).
Şâfiî mezhebinin meşhur olan görüşüne göre ise hiçbir borç, zekâta tâbi olan malların hiçbirisinden düşülmez, dolayısıyla borçluluk hâli zekât vermeye engel değildir (Nevevî, el-Mecmû’, V, 344).
Günümüzde ödeme planı uzun bir takvime bağlanmış olan ve ileriki yıllarda düzenli olarak ödenecek olan kamu, TOKİ, kooperatif, kredi türü borçlar, bütünüyle zekât malından düşülmemelidir. Zira bu ödeme takvimleri 10-20 yıllık çok uzun vadeleri kapsamakta ve insanlar bu borçları hemen o yılda ödeme durumuyla karşı karşıya kalmamaktadırlar.
Bu bakımdan kişinin elinde bulunan zekâta tabi mallardan, sadece “o zekât yılına ait olan birikmiş borçlar, vadesi o yıl içinde dolmuş veya dolacak olan ve dolayısıyla o zekât yılı içinde hemen ödenmesi gereken borçlar” düşülmelidir. Zira zekât, yıllık bir ibadettir.