Hamza Çelenk


Mütedeyyin Kesimde Meydana Gelen Değişim, Tekâmül Ve Başkalaşım

Dünün durumunu bugünün kıstasları karşılamıyorsa değişim vazgeçilmezdir. Çünkü değişim; dünü bugüne uydurarak, bugünün şartlarına göre yeniden yorumlama sanatıdır.


Sanırım üstünde hemfikir olduğumuz ender sosyal olaylardan bir tanesi bireysel ve toplumsal değişimin gerekliliği. Değişim talebinin bu şekil genel bir kabule dönmesinin sebebi olay ve olgulardaki tahmin edilmeyecek kadar oluşan hızlı değişim şeklidir. Dünün durumunu bugünün kıstasları karşılamıyorsa değişim vazgeçilmezdir. Çünkü değişim; dünü bugüne uydurarak, bugünün şartlarına göre yeniden yorumlama sanatıdır.

Değişim ile aynı anlama karşılık gelmediği halde anlam dünyaları birbirlerine yakın olan, fonetik olarak aynı kategoride olmadığı halde semantik/anlam bilim yönden değişim ile beraber değerlendirilen kavramlar da vardır. Bunlar tekâmül, başkalaşım, dönüşüm vb. kavramlardır.

Bu kavramlar her ne kadar yakın anlam bağlamında değerlendirilse de hepsi değişimin bir türüdür aslında.  Çünkü bu kavramlar değişime niteleme yönünden olumlu veya olumsuz bir yargı yüklerler. Tekâmül aynı çizgi üzerinde olgunlaşmaya karşılık gelirken, onun karşı tarafından başkalaşım önceki halden tamamen sıyrılma anlamını verir.

Onun için tekâmül; birey veya toplum için kullanıldığında olumlu bir değişimi ifade eder. Tam tersi başkalaşım ise; insanın bulunduğu yeri ile ilgili problemli bir vaziyete karşılık gelir. Aslına bir farklılaşma durumudur.

Değişim nerede ise evrenin temel kanunu (Sünnetullah) olduğuna göre, bu temel kanunun insanın hayatında ne tür bir seyir izlediği tekâmül ve başkalaşım olguları da göz önüne alınarak bir yere konulmalıdır. Madem değişim vazgeçilmez bir olgu, o halde insan,  gündelik bir dil ve anlayışın meydana getirdiği sıradan bir değişime mi kulak verilmeli; yoksa çağı okuyup yorumlamayı gerektiren bir değişime mi?

Bu biraz da değişimi ortaya çıkaran faktörler ile ilgilidir.

Batıda sanayi alanında meydana gelen gelişmeler Avrupa’dan Kıta Amerika’ya kadar yaşam tarzlarında bir farklılaşama meydana getirdi. Her ne kadar sanayi alanındaki gelişme bizi de etkilemişse de bizdeki değişimin temel kaynağı sanayiden ziyade şehirleşme ve şehirleşmenin meydana getirdiği farklılıklar ile ifade edilebilir.  Farklı sebeplerle şehre yerleşen birey ne tam köyden koptu, ne de tamamen köye bağımlı kaldı. Yarım bir şehirleşmenin meydana getirdiği yarım bir değişim insanın düşünce tarzına da sirayet etti.

Bu faktörlerden en bariz olanı “ değer” olarak kabul edilen “şey” e yaklaşım ve ona gösterilen ilginin nasıllığı oldu.

Yarım şehirlileşme değerler dünyasında hızlı bir değişim/başkalaşım meydana getirdi. Tekâmül, uzun bir sürecin ve süzülerek oluşan bir kültürdü. Oysa hızlı değişim; sana ait olmayan, tutarlılığı olmayan ve bir eleştiriye tabi tutulmayan bir hal yarattı.

Bu hal şehirleşme açısından değerlendirilmeye değer bir hal. 

Biz burada bu halin nerede ise yarım yüzyıldır toplumun içerisinde sivil toplum olgusundan tutunda hak, özgürlük, adalet ve kulluk yönünde bir bakış açısı oluşturmaya çalışan İslamcı/ mütedeyyin kesime bir göz atmaya çalışacağız. Çünkü bu başkalaşımın, ilk ortaya çıkış yönleri gözönüne alındığında en göze çarpan kesimin mütedeyyin kesimler olduğunu gösteriyor  Bu kesimin gündelik dil ile olması gereken dil arasındaki gidip gelmeleri aynı zamanda başkalaşım ile tekâmül arsındaki gidip gelmeye de karşılık geliyor.

İnsan-kul eksenli bir uğraş veren dindar camialar, şehir ve taşra arasında böyle bir uğraş verirlerken günün birinde kendilerinin direkt ilgili olmadıkları şartları birdenbire önlerinde gördüler.

Bu şartların en bilineni; dünyada ve ülkemizde oluşan siyasi değişimler ve cazibe merkezleridir.

Dindar kesim uzun süredir bu sancıyı yapıyor. Özellikle meta ile hemhal olmaya başlamalar, yeni bürokrasi anlayışı vb. sahip olunan adalet anlayışı arasında bir tutarsızlık meydana getirdi. Adalet anlayışı törpülenen camialar, gündelik yeni dilin kendi mecrası içinde değerlendirmeleri gerekirken, böyle yapmadı  gündelik dilin anlamsızlığının oluşturduğu olumsuzlukları da sahiplenmeye kalktı. Böylece günlük ekonomi-politika vb. alanlardaki kısır çekişme çok güçlü bir fikir teatisiymiş şeklinde algılanmaya başlandı.  Oysa yabancı oldukları bu alan bambaşka bir alandı ve bu alan farklı kriterler açısından değerlendirilmeliydi.

Bu duruma, o güne kadar okuyup bakış açısı oluşturan kesimlerin bir kısmına farklı kazanç  alanı oluşturulmaya başlayınca  daha da içinden çıkılmaz bir hale geldi.

Olanı( kazanımı) muhafaza etmeye çalışma, aynı zamanda var olan durumun (olanın çarpıklığının) devam etmesini sağlama çabasını da gerektirir. Bundan dolayı daha önceki hayal kırıklıklarını telafi etmek için “değer” olarak inşa etmeye çalıştıkları “şey” ile ilgili bir değerlendirmeye girmeden şu anı toptan sahiplenme yoluna gidildi. İnsan-kul şeklinde tasnifin ve duruşun yerini kendilerinin de daha önceleri mesafeli durdukları aşırı bir gündelik politik dilin içinde buldular. Bu dile aşırı angaje olma hali okuyan- üreten tipin yerini sadece dinleyen ve bağıran teni bir tip ortaya çıkardı. Dolayısıyla etüt etmenin yerini her şeyi kutsayan, yanlış olanı bile görmezden gelen bir anlayış meydana getirdi. Normal şartlar altında karşı oldukları farklı sosyal olaylarda vicdanın diline ihtiyaç duyulurken güncelin kör dili ile çözüm bulmaya çalışıldı.

Bugüne kadar yapılan eleştiriler gözden kaçırılmamalı,  bu bakış açısının geliştireceği bir ufuk olmadığı görülmelidir. Çünkü bu durum,  kendi paydaşlarının her türlü hatasına karşı bir şey söyleyememeyi, düne kadar adalet ve insaf çerçevesinde yaklaştıkları meseleleri de sırf kendileri ya da paydaşları o noktada bir şey söylemediklerinden, söyleyenlerin kim olduklarına bakıp onun üzerinde konuşma gereğini doğuruyor. Bu da sonuç llarak insani, vicdani, ahlaki sorumluluklarından söz söylemesi gereken durumlara  karşı kör, sağır ve dilsiz oynanmaktan bir beis görmemeye götürüyor. Maalesef böyle bir bakış açısı, hakkı ve adaleti önceleyen bir bakış açısı olmadığı gibi düne kadar ufuk açan insanları da derin açmazların içerisine sürüklüyor. Bu yanlıştan dönülmediği sürece dinsar camialar basit-sloganik çerçevenin dışına çıkamayacaklardır. Gündelik  dil ile adalet ve hakkaniyet arasında bir tercih son derece önemlidir. Bu tercih, aynı zamanda varlık ile yokluk arasındaki keskin çizgi, kemale erme ile başkalaşma arasında bir tercihtir.