Hamza Çelenk


Mesele Daha Derin

Her ne kadar meselenin özü, karakter yapısı ve politik dil olarak görünse de onu daha da aşan bir felaket olarak duruyor.


Problemlerimiz öyle karmaşıklaştı ki gittikçe içinde çıkılmaz bir hale doğru yol alıyor, eşyayı ve zamanı anlamlandırma yönünde körlüğümüz ve yöntemsizliğimiz her çağdakinden daha fazla kendini hissettiriyor.  Farklı olaylar ve farklı zamanlar birbirinin içine giriyor. Bu da hangi zamana ait olduğumuz hakkında derin çelişkiler yaşatıyor bize.

Çelişkilerimizi düğümleyerek oluşturduğumuz yapay dil köle haline getiriyor hepimizi.  Bu şekilde birlikte yaşama umudumuz sadece bizim gibi inanmayanlara değil bize inananlara yönelikte yitiriyoruz.

Her ne kadar meselenin özü, karakter yapısı ve politik dil olarak görünse de onu daha da aşan bir felaket olarak duruyor.

Bunu aşabilmemiz sağlıklı tanımlama ile mümkün. Çünkü biz bu düşünsel körlüğü bir yerden tanıyoruz. Tanıdığımız körlüğe yaptığımız yapay yorumlamalarımız bizi tam da istenilen kaos ortamına itiyor.

Aynı hal ilkin Moğol istilası ve Haçlı saldırıları ile kendini bize hissettirmişti. Şehirler koca harabelere,  yaşayış büyük felaket ve fakirliğe, düşünce iyice körlüğe mahkûm olmuştu. Ardında saltanat zulmü düşünceyi körleştirmiş ve saltanatın kendilerinin devamı noktasında dini araç olarak kullanmaları bir sürü İsrailiyat ve var olmayan kutsallalar üretme dini adalet dilinden saltanat diline çevirmişti.  İtiraz etme, eşyayı ve hakikati tanımlama yolunda gayret gösteren nice felsefeci, fıkıhçı ve usul erbabı bedelini saltanatın zindanlarında ödemişlerdi. Koca ortaçağ büyük bir içe kapanmanın alanına dönüşmüştü.

Coğrafi keşifler, ticaret yolarının değişimi ve yenilenmeme coğrafyada etkin olan aktörlerin dağılmasına neden olmuş ve tekrar meydana gelen başıboşluk insanların tepkilerinin türünde de bir değişime neden olmuştu.

Nakilciler ve akılcılar arasındaki uçurum ile saltanatın türettiği bir kısım kutsal anlayışının nakilciler tarafından hoyratça kullanılması coğrafyayı ilmi gelişmelerden mahrum bırakmıştı.

İşte, son yüzyıldır mesele tam olarak bu. Bunu da görerek;

Birileri (meseleyi başka yöne itme değil buna hepimiz de dâhiliz) bunu iyi okudu.  Basit bir meseleyi bile engin bir ufukla çözebilecek kişilerden yoksun olduğumuzu bildi. Kırk yamalı düşüncelerimize karmaşa oluşturdular. Herkes kendi bulunduğu yeri mutlak görüp diğer tüm yerleri hayattan uzaklaştırma derdine girdi. Bir sürü yerde teferruat olarak görülebilecek bir şey biz de hakikatin kendisi olarak görüldü. Bu hakikat yanılgısı insanların birbirlerini boğazlama meselesine döndü.  Etnik, mezhebi, dinsel v.b. tüm farklılıklar aşırı uç yorumlama ile önümüzde durdu. Ya hak elde etme adına, ya da hakkı başkasına çok görme adına farklılıklar arasında uçurumlar oluşturuldu.  Her bir bakış kendi içinde onlarca farklı yorum ve onlarca farklı düşmanlık üretti.

Bunları aşabilecek büyük dehaların yokluğu aşırı yüzeysel yaklaşımlar geliştirdi. Çıkabilecek olan olumlu fikirleri tomurcuklanma döneminde hayattan koparılması coğrafyayı yetim olarak bırakmaya yetti.

Usulden bihaber olma herkesi her şeyde bilgili olduğu kanısına götürdü. Bu da cahili ve bilmediğini bilmeyen zatı muhteremlerin dağıttığının toparlamasının da çok zor olduğu hakikatine ulaştırdı bizi.

Bu noktadan sonra bu zihinsel körlüğü aşmak çok zor olsa da adalet ve tahammülü hayatın merkezine alarak kayda değer gelişim gösterebiliriz.

Uzun süredir kaosun devamı için oluşturulmaya çalışılan zihinsel prangalarımız bizi tek yorumlama ve hayatın merkezine koyma hastalığına duçar etmemeli. Her birimiz ben biliyorum hastalığımızdan vazgeçmeli ve eleştirilmez bakışlar ve kişiler açmazını aşabilmeliyiz. En çok farklı olanı anlamaya çalışmalı; adalet, ahlak ve bilgiyi öncelemeliyiz. Her hoşumuza gitmeyenin mutlak yanlış olduğu fikri büyük bir hastalıktır ve biz bunun farkına varmak zorundayız.

Bizim gibi olmayanla iletişimi canlı tutmalı ve ortak iyilerin büyütmeliyiz. Her birimiz farklılıkların da anlaşılabilir olduğunu gösterebilmeliyiz. Egemenlik ele geçtikten sonra kendini hayatın merkezine koyup diğerlerini hizaya çekme anlayışı değildir. Hele hele kutsal olanı araç olarak kullanıp ve bununla kendisine eleştirilmez kaleler kurup diğerlerini bu kalelerden aşağı atma aracı hiç olmamalıdır. Egemenlik adalet ve hakkaniyet ile anlam kazanır. Zayıf olanı kollamak ile egemenlik meşru bir çizgiye gelir.

Sonuç olarak dağıtmak kolay, toparlamak zordur. Onun için dil toparlamaya ayarlı olmalıdır. Görüldüğü gibi mesele karakter ve politik olanı çoktan aşmış büyük zihinsel gelişimleri beklemektedir.