Necati Atar


İhanet Bireysel İntikam Kitleseldir

6 Şubat 2023 yılı depreminin yıl dönümüne sayılı günler kaldı. O gün geldiğinde hepimiz farkındalık yaratmak adına sokakta mı sabahlayacağız yoksa geçmişe sünger çekip sıcacık evlerimizde ya da konteynerlerimizde televizyonun karşısına geçip dizi mi izleyeceğiz bilmiyoruz.


6 Şubat 2023 yılı depreminin yıl dönümüne sayılı günler kaldı.

O gün geldiğinde hepimiz farkındalık yaratmak adına sokakta mı sabahlayacağız yoksa geçmişe sünger çekip sıcacık evlerimizde ya da konteynerlerimizde televizyonun karşısına geçip dizi mi izleyeceğiz bilmiyoruz.

6 Şubat 2024 sabahı kimimiz mezarlıklarda sevdiklerinin başında dua edecek, kimimiz çoktan verilmiş olan seçim startıyla sahada Adıyaman'ı yeniden ayağa kaldırmanın ancak bizimle mümkün olduğunu söyleyeceğiz.

Birçoğumuz her karış toprağını avucumuzun içi gibi bildiğimiz bu şehre yabancılaştığımızın farkındayız.

Depremin üzerinden 10 ay gibi uzun bir süre geçmesine rağmen hâlâ sokakları caddeleri kavşakları karıştıranlarımız oluyor.

Renklerini kaybeden bir şehrin düşlerini yitirmiş insanlarıyız artık.

Bir araya gelip gülüşmelerimiz, eskilerden kalan anıları ısıtıp ısıtıp sohbete konu etmemiz, depremde kaybettiğimiz arkadaşları güzellikle yad etmemiz bir anlığına yaşadıklarımızı unuttursa da bize, tek başımıza kaldığımız andan itibaren enkaz haline gelenin şehir değil, biz olduğunun farkındayız.

Hepimiz bir enkaz yığınıyız, yorgunuz, umutsuz ve çaresiziz.

Haftalardır şehri ayağa kaldırmanın hayalini satanlar ya bu şehirde yaşamıyor ya bu şehirde yaşananların farkına varmıyor demektir...

Şehirler binalardan ve caddelerden, parklardan ve kaldırımlardan ibaret değildir. Şehirlerin bir ruhu vardır, bir kimliği, kendine yakışan bir esbabı ve hatıralarıyla kendini herkese yurt kıldıran bir mazisi vardır.

Depremden arta kalan bir şehri yeniden ayağa kaldırmak, yeniden yaşanılır bir şehir kılmak ve ona eski ruhunu ve kimliğini kazandırıp esbabını giydirmek hayal satmak kadar kolay olmasa gerektir.

Hepimiz şehirdeki binalar gibiyiz; kimimiz az, kimimiz orta, kimimiz ağır hasarlıyız. Bunca acıya ve çaresizliğe rağmen içimizde gamsız ve arsız olanlar da yok değil, bunun da farkındayız... 

Binaların hasar tespit durumunun değişim ve dönüşümü gibi biz de günler geçtikçe değişip dönüşüyoruz. 

Yanıbaşımızda her gün yıkılan binalara dönüp bakmıyoruz mesela. Şehirde karşılaştığımız ama hiçbirini tanımadığımız yüzlerce simadan bir tanesinin dahi neden tanıdık gelmediğini sorgulamıyoruz. Haftada 3 gün gittiğimiz mezarlığa ayda bir gidiyor olmamız tuhaf gelmiyor artık bize. Şehir sanki hep böyleymiş, hep böyle enkaz ve moloz yığınıymış gibi düşünenlerimiz de olmuyor değil.

Bizler hepimiz birey olarak yaşadıklarımızdan, bize yaşatılanlardan ve bu şehre yaşattıklarımızdan sorumluyuz. 

Kimse bizden hesap sormasa bile ve biz kimseye hesap vermek zorunda olmasak bile gece başımızı yastığa koyduğumuzda uyuyamıyorsak şehre karşı sorumluluğumuzu yerine getirmediğimizi bilmemizdendir...

Şehir, kendisine yapılan ihanetin bedelini sadece ihanet edenlere değil, ihanete karşı sessiz kalanlara da ödetir; tıpkı 6 Şubat Pazartesi saat 4.17'de olduğu gibi...