Üzeyir Ergül


Ey Kadim Şehir!

Ey Kadim Şehir! Köklerin medeniyetlerin ilk çakıl taşlarından; sen nasıl yıkılmayı kendine yakıştırdın?


Ey Kadim Şehir!

Köklerin medeniyetlerin ilk çakıl taşlarından; 

sen nasıl yıkılmayı 

kendine yakıştırdın?

 

Ey Kadim Şehir!

Ayakların yere sağlam basarken; 

sen nasıl toprağından kopup

ilk rüzgarda devriliverdin?

 

Ey Kadim Şehir!

Düşüp kalkamamak sana layık değilken; 

sen nasıl düştüğün yerde

uzanıp kala kaldın?

 

Ey Kadim Şehir!

Tanrılar ölümsüzleşmek için 

doruklarını kendilerine mesken tutarken; 

sen nasıl dipsiz bir kuyuya 

kendini tutsak ediverdin?

 

Ey Kadim Şehir!

Onlarca medeniyete ev sahipliği yapmışken; 

senden olanı

 yurtsuz koyup

 sürgüne yollamak

kadimliğine yakıştı mı?

 

Ey Kadim Şehir!

Karanlığın aydınlığa evrildiği anda; 

uykuda olana pusu kurmak 

mertlikten sayılır mı?

 

Ey Kadim Şehir!

Mahşere ev sahipliği yapmak sana mı kaldı; 

cenneti var eden Fırat 

yanı başında akarken.

 

Ey Kadim Şehir!

Şimdi senden olan sana döndü; 

toprağına karıştı. 

Sessizliğe bürünebilirsin artık.

 

Ne İsrafil’in sûru(!) 

ne de yüreği yanan mazlumun çığlığı 

uyandırmaya yetmez artık seni.