Ey Kadim Şehir!
Köklerin medeniyetlerin ilk çakıl taşlarından;
sen nasıl yıkılmayı
kendine yakıştırdın?
Ey Kadim Şehir!
Ayakların yere sağlam basarken;
sen nasıl toprağından kopup
ilk rüzgarda devriliverdin?
Ey Kadim Şehir!
Düşüp kalkamamak sana layık değilken;
sen nasıl düştüğün yerde
uzanıp kala kaldın?
Ey Kadim Şehir!
Tanrılar ölümsüzleşmek için
doruklarını kendilerine mesken tutarken;
sen nasıl dipsiz bir kuyuya
kendini tutsak ediverdin?
Ey Kadim Şehir!
Onlarca medeniyete ev sahipliği yapmışken;
senden olanı
yurtsuz koyup
sürgüne yollamak
kadimliğine yakıştı mı?
Ey Kadim Şehir!
Karanlığın aydınlığa evrildiği anda;
uykuda olana pusu kurmak
mertlikten sayılır mı?
Ey Kadim Şehir!
Mahşere ev sahipliği yapmak sana mı kaldı;
cenneti var eden Fırat
yanı başında akarken.
Ey Kadim Şehir!
Şimdi senden olan sana döndü;
toprağına karıştı.
Sessizliğe bürünebilirsin artık.
Ne İsrafil’in sûru(!)
ne de yüreği yanan mazlumun çığlığı
uyandırmaya yetmez artık seni.