Cengiz İnci


Deprem Sonrası Adıyaman’a Dönüş

Ayrılık hazırlıklarına başlıyoruz ancak toparlanma işlerine başladığımız andan itibaren toparlanma işlerini sabote ediyoruz ailece. Gitmekle kalmak arasında bocalıyoruz.


Depremden sekiz ay sonra bazı sağlık sorunları nedeniyle Adıyaman’dan ayrılmak zorunda kalmıştık.

Ayrılık hazırlıklarına başlıyoruz ancak toparlanma işlerine başladığımız andan itibaren toparlanma işlerini sabote ediyoruz ailece.

Gitmekle kalmak arasında bocalıyoruz ve toparlanma işi bitirildikten sonra vedalaşma safhası istemsizce başlıyor kendiliğinde.

Duasına mazhar olduğum anamın ve babamın kabirlerinden başlayarak vedalaşmaya başlamıştım ve canım evladım Yusuf’un kabrine geldiğimde yılların biriktirdiği bütün acıları aheste aheste içimde geldiği gibi ağlamaya başladım ve dudaklarımı ısırarak dualar eşliğinden mezarlıktan ayrılabildim.

Adıyaman’dan ayrılmadan önce Adıyaman’ının bütün caddelerini, sokaklarını viran olmuş yerlerini son kez görmek amacıyla iki gün boyunca gezdim ve gezdikçe de kahrolmuştum.

Nasıl bırakacaktım?

Bilemiyorum!

Bütün ayrılıkların acısını yüreğimde hissederek ayrılmak zorundaydım gibi bir his.

Ayrılık vaktinin son deminde kaleye çıktım.

Adıyaman kalesi merkezdeki en yüksek yerdi. Adıyaman’ın gamlı havasını çekmiştim içime ve yola revan olup çıktım kara dağa.

Bir de kara dağda seyreyleyelim dedim Adıyaman’ımı ve dalmıştım hayallere …

Umutlarımı, geçmişimi ve geleceğimi heybeme katık yaptım ve minik adımlarla ayaklarımı yere sürerek Dursun çavuş camisinin karşısında otobüse binmiş ve yola koyulmuştuk.

 Atatürk Bulvarından Altınşehir’e doğru giderken yıkılan, dökülen, ölen ve yetim kalan şehrime veda etmek zor geliyordu ancak direnme imkânım kalmamıştı artık. 

Otobüs yol mu alıyordu yoksa ömrümden can mı alıyordu?

Bilemiyorum, bilmiyordum ve de bilmek istemiyordum.

Yolculuk başladı mı? 

Hatırlamıyorum. 

Gidiyorum ama nereye gidiyorum?

Giden otobüs değildi, giden canlarımdı, ruhumdu, hayallerimdi yani her şeyim gitdiyordu.

Gittim ve dönemedim uzun bir süre memleketime.

Takvimler 2028’i gösteriyor zor da olsa memleket hasretine dayanamayıp dönmüştüm kimsesiz bir şekilde memleketime.

Memleketim kimsesiz, ben kimsesiz ve iki yetim gibi sarılmıştık sanki birbirimize.

Kimsesizliğimizi gidermek umuduyla sarmalanmıştık ruhlarımızı.

Kimsesiz sözcüğünü kullandığımı soranları duyuyor gibiyim.

Diyorum, ne zaman kimsemiz oldu ki?

Kimsesizlerin mezarına uğrar gibi her mezara ayrı bir dua etmek isteğiyle kabirlerin arasında dolaşıyor ve dualar ediyorum.

Ayrılık ve varış durağımın şehir mezarlığının olması ilginç gelmişti bana.

Aslında ilginç olan bizim ortak paydamız olan yalnızlık ve kimsesizlikti.

Çünkü: sevdiklerimin büyük bir çoğunluğunu 06/02/20223 depreminde son kez görmüştüm bu yalnız ve kimsesiz topraklarda.

Buraya gelemediğim yıllarda da diğer tanıdıklarımın büyük çoğunluğu burayı mesken edinmişlerdi. 

Ne kadar kaldım burada?

Bilemiyorum.

Ah! Annem, babam ve evladım tekrardan kavuşabildim diyebildim sessizce.

Belki de vefa borcu belki de yalnız bıraktığım dostlarımla gizli bir şekilde kimselere duyurmadan muhabbet etmek isteği enteresan gelmişti bana.

Mezarlıktan ayrılıp şehrin merkezine revan olmaya karar verdiğimde hangi tarafa gideceğimi bilmiyordum ancak bir baktım ki ayaklarım beni Atatürk Heykeli dediğimiz mevkiye getirmişti.

Geldiğim an itibariyle tuhaflaştığımın farkına vardım. 

Buralar bana yabancı ben buralara yabancıymışım gibi etrafı incelemeye başladım. 

Neresiydi buralar?

Daha önce bildiğim yerden çok farklıydı buralar.

Buraların son derece düzenli bir vaziyet planıyla yapıldığını gördüğümde derin bir acı hissiyle öfkelenmiştim.

Neden önce yapılmamıştı bu çalışmalar? Sorular beynimi kemiriyordu bir kurt misali ve öfkeme yenilmek istemiyordum, gezmeye çalıyordum

Daha önce avucumun içi bildiğim şehri tanımak amacıyla hafızamı zorlamaya çabalıyordum ne kadar da değişmiş diyebildim başımı gökyüzüne kaldırarak.

Yeni Pınar camisi mevkisine varınca eski Belediye Binasının yerine muhteşem bir kültür merkezi yapılmış, az ileride eski valiliğin yerine bir camii ve güzel bir bahçe yapılmış ve sağıma bakınca Filistin caddesi dediğimiz yerde muhteşem fıskiyelerle donatılmış meydan ve kitapseverler için enfes mekanlar yapılmış.

Atatürk Bulvarı boydan boya ağaçlandırılmış, çiçeklerle donatılmıştı ve biraz tebessüm ederek saat kulesi civarından 82. Yıl Devlet Hastanesi denilen mevkiye doğru ufak adımlar atarak yürümeye karar verdim.

Her taraf yemyeşil ve kuş cıvıltıları havaya farklı neşe katıyordu ya önceleri… Ah! Modernite ve yaşam acısı?

Modern şehir dedikleri böyle olmalıydı düşünmüştüm ve acı bir hüzün ruhumun derinliklerinde belirlemeye başlamıştı.

Adımlarımı adımlarken yolun her iki tarafından da dört katlı binalar ve binaların sağlam yapıldığını düşünerek yürümeye devam ettim.

Buruk bir sevinç düştü çehreme.

Yollar pırıl pırıl ve insanların yüzünde mütevazı bir tebessüm görülüyor ya da ben öyle görmek istiyordum.

Parklar, bahçeler, çocuklar için her şey düşünülmüş ve Adıyamanlıların hayali olan raylı sistem (Tramvay) okuma salonları ve yürüyüş alanlarını görünce duygulanmıştım.

Her mahallede yüzme havuzları, yürüyüş yolları, spor kompleksleri ve sayamadığım daha nice sosyal donatılar.

Yürüyoruz, görüyoruz ve gözlemlemeye devam ediyoruz.

Adıyaman’ın farklı yerlerinde hastaneler yapılmış ve geçmişten ders alındığı beliydi.

 Şehrin birçok yerinde hazır bekleyen ambulanslar, itfaiye, polis araçları dikkatimi çekmişti.

Devlet tam teşekküllü bir şekilde her türlü olumsuzluğa hazırlıklıydı.

Okullar geniş alanlara yapılmış, öğrenciler cıvıl cıvıl koşturuyor ve son derece huzurlu.

Huzur sözcüğüne ne kadar yabancı olduğumu anlamıştım o an.

Düşüncelerimi bir tarafa bırakarak yürümeye devam etmeye niyetlendiğim an birilerinin bana seslendiğini fark ettim.

Okulun önünde bekleyen polisler son derece nazik bir şekilde efendim kimliğinizi alabilir miyim?

Ne demek memur bey, diyerek kimliğimi uzattım.

Memur beyler: Sizleri ilk kez görüyoruz dediklerin de bende sizleri diyerek tebessüm edip, kimliğimi alıp yoluma devam ediyor ve her tarafı görmek için sabırsızlanıyordum.

Görmek!

Neyi de görmek istediğimi bilemeden devam ediyor yolculuğumuz.

Hissetmek ve yaşamak sözcüklerini uzun zaman önce bir arada kullanmıştım. 

Yol uzun, yolcu yorgun ve yolcu bitkin...

Gezecek ve görecek yerler çok ancak benim ne kadar zamanım kalmıştı!

Geziyorum ve tanıdık birilerini arıyorum kendimce.

Buraların değiştiği gibi insanları da mı değişti?

Tanıdık birilerini görmek umuduyla etrafı dikkatlice incelemeye başlıyorum, tanıdık mı?

Ben şehre yabancı, şehir bana yabancı ve ben kendime yabancı olduğumu anladım.

Şehrin güzelleşmesine katkıda bulanan herkese teşekkür ediyorum. 

Oğuzhan Eren
26.12.2023 23:45:02
Kalemine yüreğine sağlık Cengiz abi. Rabbim göçüp gidenlere rahmetiyle muamele etsin geride kalanlara da sabır versin.