Şerife Güler


Çaba

Bir şeyin hikayesi varsa o şey unutulmuyor. Yıllarca sıralarda ders dinledik. Her hocanın kendine has bir ders işleyişi var. Kimi teoriden hiç şaşmaz. Kimi dakiktir ve öğrencinin de dakik olmasını ister.


Bir şeyin hikayesi varsa o şey unutulmuyor. Yıllarca sıralarda ders dinledik. Her hocanın kendine has bir ders işleyişi var. Kimi teoriden hiç şaşmaz. Kimi dakiktir ve öğrencinin de dakik olmasını ister. Öğrenci geç kaldı mı sınıfa almaz. Kimi öğretmen derste hikâye anlatır, sınav kağıdında gördüğünüz soruların, derste dinlediklerinizle alakası yoktur. Bir hocam vardı ben demiyorum Machivelli, John lock, Platon, Aristo diyor derdi; anlatırdı, anlatırdı sonra fikrin sahibinin söylediğini söyleyip kenara çekilirdi. 

Saygıdeğer bir tarih hocasından hayatta hiç dinlemediğim kadar tarih hikâyeleri dinledim. Şartlar gereği Ayasofya’ya hiç gidememiş ancak belleğine öyle kazımış, öyle resmetmiş ki bir gün Ayasofya’yı ziyaret eden bir kişiyle Ayasofya’yı konuşmaya başlamışlar. Hocamızın bilgisi, ziyaret edenin bilgisinden fazla çıkmış. Bizlere de zihnindeki Ayasofya’yı yaşatırdı. Her ne olursa olsun her hocadan bir şey öğrendik kimi teorik bilgi kattı bize kimi duruşuyla kimi ahlakıyla kimi hayata karşı tutumuyla.

Bir gün beyin yakan bir dersteyiz. Hocamız teorik bilgiden başladı, ellerimizde kalem her söylenileni not etme çabasında yazıyoruz, kitapları anlaşılır değil o zamanlar ve derste anlattıkları daha öze inmiş, sınavdan geçer puan almaya yetiyor. Sonra bizim hayattan kopmuş biçimde anlamadığımız kavramlarla boğuştuğumuzu fark etmiş olacak ki başladı bir hikâye anlatmaya.

Çok zeki bir çocuk varmış, o kadar zekiymiş ki saatler boyu ders çalışmadan her girdiği sınavdan başarılı olurmuş. Arkadaşları ders çalışmaktan başını kaldıramazken o serserilik edermiş, boş vakitten. Sonra bizim çok bilindik ‘kaplumbağa ile tavşan’ hikâyemiz var ya bir gün gelmiş bizim ders çalışmaktan başını kaldıramayan arkadaşlarımız meslek sahibi olmuş, peki zeki arkadaşa ne olmuş dersiniz: sonuç o zamanlar çok şaşırtmıştı. Zeki insanların mutlaka ama mutlaka başarılı olacağı kanısı vardı. Sonra anladım ki meşguliyetlerimiz alışkanlığa, alışkanlıklar davranışa dönüşüyormuş. Bir sarmalın içine dahil oluyoruz yaptıklarımızla. Sonucu da davranışlarımız belirliyor. Zeki arkadaşımız zekiliğine güvenerek serserilik etmiş, çevresinde de serseriler. Her şeyi denemiş bana bir şey olmaz ben zekiyim diyerek. Pırıl pırıl bir öğretmen, bir mühendis, doktor, ünlü bir insan olmasını bekliyorduk açıkçası. Maalesef zeki arkadaş hiçbir şey olamamış hatta hayatı hep zorluklar içinde geçmiş.  Çok güvenmemek lazım aklımıza. O zamanlar hocamızın kutsadığı şeyin akıl değil çaba olduğunu çok iyi anladım. ‘Ne doğrarsan aşına, o çıkar kaşığına’ sözüyle sonladırayım…