Naif Karabatak


Bir OYun Bilinmeyen Değeri

Her insan yaşam standardının değişmesini ister. Bunun için de önüne konan sandığı koz olarak kullanır. Ne kadar ahlaki olup olmadığı tartışılsa da, siyasi partilerin de seçim rüşvetini düşündüğünüzde ahlaki olmayan o kadar çok tavır ve davranışla seçime gittiğimizi daha iyi anlarız.


Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde halk belli dönemlerde oyunu, bir başka deyişle de tercihini belirleyerek yönetimi belirler. Bu nedenle her seçimde ‘bir oy’ mevzusu gündeme gelir ve ne kadar kıymetli olduğu söylenir durur. Gerçekte de öyle mi?

Bir oyla seçim kazanan bir belediye seçimini hatırlıyorum. Elbette itiraz edildi. Oylar bir daha sayıldı, fark yüze kadar çıktı. Bir daha sayıldı, bir daha. Günlerce süren heyecan sonucunda değişen bir şey olmadı; bir oyla seçimi kazanan aday, yüz kusur oyla seçimi kazanmış oldu.

Bu örnek, aslında ‘bir oy’un ne kadar önemli olduğunu gösterir ve aynı zamanda Bir OYun ile Bir Oyun arasında sadece bir sesteşlik olduğu gerçeği var…

Çok değil, birkaç gün sonra sandık başına gideceğiz.

Bazılarımız gönlündeki aslana oy verecek.

Bazılarımız sevmediği aday gitsin de, yerine ne gelirse gelsin diye herhangi bir adaya oy verecek.

Bazıları diğerleri gelmesin diye kendi partisinin adayına oy verecek; sevse de verecek sevmese de…

Kimileri de ders vermek için tam zıddı partiye oy verecek, tam zıddı bir tercih yaptığının farkına varmayarak.

Herkesin bir oy kullanma metodu var.

Kimisi besmeleyle oy verir, kimi nefretle, kimi adet yerini bulsun, dostlar sandıkta görsün der.

Doğrusu adaylardan ve adaylar kazanırsa ondan nemalanmayı bekleyenlerden başka heyecan olduğu söylenemez.

Ben hiçbir partide, hiçbir vatandaşta, hiçbir seçim karargâhında heyecan görmedim.

Paralı holiganlar ile çalmadan oynayanlar da olmazsa seçim koordinasyon merkezlerinin üzerine ölü toprağı serilecek.

Siyasi partilerin ve adayların seçim çalışmalarına bakarken, ‘boş teneke çok ses çıkarır’ gerçeğini unutmadan seçim araçlarındaki gürültüye de bakmak gerekir. Bir de elbette çevreye duyarlı olduğunu söyleyenlerin el ilanı, afiş ve promosyonlarının çevreyi ne kadar kirlettiğini göz ardı etmeden…

Seçimde heyecan olmasa da, ülkenin gündeminin seçime endeksli olduğu gerçeği göz ardı edilemez. 

Televizyonların önemli programları gazetelerin önemli sayfaları, yazarların önemli köşeleri, kahvehanelerde pişpirik arasının en hararetli tartışmaları, hatta cami köşesi, ayaküstü sohbet ve telefon muhabbetinin konusu bile seçim oldu.

Bunda seçimle geçimin eşdeğer olduğunun düşünülmesinin de bir payı var.

Memur, işçi, asgari ücretli ve emekliler…

Seçimin kaderini her zaman belirleyen rahmetli Turgut Özal’ın tabiriyle orta direklerdir…

31 Mart’ta sandığa yerel yöneticileri belirleyeceğiz ama kimisi buna küresel anlamlar da yükler, kimisi parasal anlamlar, kimisi de aldığı ihalenin hakkını vermeyi amaçlar…

Ancak seçimle geçimin eşdeğer olduğu gerçeği yadsınamaz.

Her insan yaşam standardının değişmesini ister. Bunun için de önüne konan sandığı koz olarak kullanır. Sandığı koz olarak kullanmanın ne kadar ahlaki olup olmadığı tartışılsa da, siyasi partilerin seçim rüşvetini düşündüğünüzde, ahlaki olmayan o kadar çok tavır ve davranışla seçime gittiğimizi anlar, vatandaşın kozunu hoş bile görürüz.

Bütün bunlar bir yana, bir fert olarak, bir vatandaş olarak, şehirde yaşayanlar olarak, şehrimizi yönetecek insanları serken kılı kırk yaran olmamız gerekiyor. Siyasi partilerin aday belirlerken dikkat etmedikleri kılı kırk yarmaya, seçenler olarak bizlerin dikkat etmesi gerekiyor.

Elbette seçimimizi etkileyen inanç, kültür, siyasi görüş, ideoloji ve ‘yakınlık’ gibi vazgeçemediğimiz kriterler ya da kaygıları bir kenara koyamıyoruz, ondan bir türlü kutulamıyoruz.

Bir de gerçek var…

Şehrin ihtiyaçları, insanların beklentileri, adayın ve bağlı olduğu partinin bu beklentileri karşılama oranları…

Ve biraz şahsi, biraz toplumsal beklentilerimiz…

Adaylar memura ne verecek, işçiye ne verecek, emekliler neler alacak. Kadınlar, çocuklar, gençler, engelliler, engelsizler…

Ve tamamen şahsi beklentilerimiz;

Oğlunu, kızını, kendisini işe alması, ilk ihaleden pay kapması, imara uygun olmayan arazisini, binasını, arsasını imara dâhil etmesi, bir kat, bir kat daha, bir kat daha diyerek iltimas koparması…

Ne demişti minik serçemiz Sezen Aksu;

Eller günahkâr

Diller günahkâr

Bir çağ yangını bu bütün

Dünya günahkâr

Masum değiliz hiçbirimiz

Masum değiliz hiçbirimiz

Ve biz ne demiştik?

Bir OYun değeri ile Bir Oyun arasında sadece sesteşlik var…