Naif Karabatak


Bir İstasyon Talebi

Tam odadan çıkıyordum ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Meydanda çok pankartlar gördüm ama bir pankart çok dikkatimi çekti” sözüyle benim kulaklar birden kabardı. Elimde boş bardakla geri döndüm. Biz, Adıyamanlılar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dikkatini çekecek ne pankart hazırlamış olabilirdik ki?


Bugün çok ilginç bir şey oldu.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Adıyaman ziyaretinden sonra Kahta ilçesine gitmişti. İstanbul’dayız diye memleketi unuttuk sanılmasın. 

Sayın Cumhurbaşkanının ziyaretini Twetter’den canlı yayında takip ediyorum. 

O ara mutfağa doğru gidiyordum, çayımı tazeleyecektim. 

Tam odadan çıkıyordum ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Meydanda çok pankartlar gördüm ama bir pankart çok dikkatimi çekti” sözüyle benim kulaklar birden kabardı. 

Elimde boş bardakla geri döndüm. 

Biz, Adıyamanlılar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın dikkatini çekecek ne pankart hazırlamış olabilirdik ki?

Demek ki sonunda yapmışız.

“İşte bu yahu” dedim kendi kendime, “işte bu!

Koca devlet başkanımızın dikkatini ilimize, memleketimize, sorunumuza çevirebilmiştik.

İşte şimdi yoksunluğumuzu, yoksulluğumuzu, unutulmuşluğumuzu, bir başına bırakılmışlığımızı..

Belki de yöneticilerdi sorun, belki de seçilmişlerdi, belki de seçileceklerdi, belki de seçilmeyeceklerdi…

Ama ne olursa olsun, sonunda dikkat çekmeyi başarmıştık.

Adıyaman tarihinde yapılmayanı, işte şimdi yapmıştık…

Ne kadar güzel.

İşte şimdi okkalı bir çay iyi gider.

Ama beni aldı bir merak, o pankart ne ola ki…

O pankartı yazan elleri seveyim.

O pankartı düşünenlere selam durayım…

Ve sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan devam etti;

İstasyon talebiniz var

Heyttttttt!

Diye nara atasım geldi.

Gerçekten de işte bu be, işte bu…

Demek ki Adıyaman’a hızlı tren, hadi olmadı mavi tren, o da olmadı kara tren isteniyordu.

Dur bakalım…

Önce raylar döşenir, sonra istasyon istenir.

Bu istasyon neyin nesi?

Neden önce istasyon, sonra raylar, sonra tren; kara, mavi ya da hızlı her neyse. Önemli olan rayların üzerinde salınarak gelen bir tren olması. Bizi buradan alıp oraya, oradan alıp buraya götürmeli.

Bazen yardan haber getirmeli ya da götürmeli.

Ya da Yavuz Bingöl’ün o muhteşem türküsünde söylediği gibi

Kara tren gecikir belki hiç gelmez

Dağlarda salınır da derdimi bilmez

Dumanın savurur halimi görmez

Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez

Aman yeterince gamımız oldu.

6 Şubattan bu yana yeterince gözyaşımız aktı.

En iyisi kara da olsa, mavi de olsa, hızlı da olsa, tramvayda olsa, metro da olsa.. bizi bir yerden alıp, bir yere hızlı, güvenli, uygun fiyatla götüren olsa, ne güzel olurdu.

İşte şimdi olmuştu. Hemşerilerim “istasyon” istemişti.

Nasıl olsa “istasyon" deyince hepsi birden anlaşılırdı.

Leb demeden, leblebi dendiği belli olurdu.

Ben kendi kendime geleceğe dair hülyalara dalarken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan talimatları bile verdi; “İçişleri bakanıma da söyledim, ulaştırma bakanım da yanımda. Ona da talimatı verdim” dedi.

Hatta “İnşallah bu istasyon sorununu da halledeceğiz

Tabi canım, o da biliyor, istasyon işi zor iş. Ha demekle olmuyor. Planı var, projesi var, etüt çalışmaları var, daha fizibilitesi var. 

Ödeneğe ve yatırıma gelene kadar bile bir ton işi var.

Ulaştırma Bakanı tamam da, içişleri bakanıyla trenin, rayların, istasyonun ne alakası var, diye yine aldı beni bir merak.

Yahu şu pankart nerede, hiçbir kamera onu göstermez mi?

Ve sonunda gösterdiler…

Türkiye’nin her yerinde sürücülere sorun çıkaran, para almaktan başka hiçbir şey yapmayan, servetine servet katan, zenginliğine zenginlik katan, adeta havadan, beleşten para kazanan ve onu da aracı olan herkesten “haraç” olarak tahsil eden, uzun kuyruklarla insanı çileden çıkaran, aracı olduğuna bin pişman eden, TÜVTÜRK araç muayene istasyonuymuş konumuz…

Çay adamın boğazında kalır mı, kaldı işte…