Üzeyir Ergül


6 Şubat'ın 4'ü 17'si

Tüm yaşanmışlıkların birbirine karıştığı o enkaz tepeleri, ne bir daha güneşin doğmasına izin verdi, ne de günün ağarmasına. 


Zaman, takvim yapraklarından koparılan bir kağıt parçası sadece. Yıkık olan duvarda asılı kalan takvim yaprağı, zamanı durdurdu o gece. Ne yıkılan evlerin tozlu eşyaları, ne o evlerin kırılan pencerelerinin toz buz olmuş camları, ne de içeriden kilitlenmiş kırık kapının parçaları yaşanmışlık izi vermiyor artık.   

Tüm yaşanmışlıkların birbirine karıştığı o enkaz tepeleri, ne bir daha güneşin doğmasına izin verdi, ne de günün ağarmasına.   

Akrep ve yelkovan, 6 Şubat'ın 4'ü 17'si etrafında dönüyor artık. Ne gün, ne hafta, ne ay, ne yıl değişiyor. Değişen sadece sayılar oluyor.   

5 Şubat'ın cennetten bir gün olduğunu, 6 Şubat'ın cehenneminden anlıyoruz. Oysa tüm kadim dinler yaşamdan sonrasını cennet ve cehennem diye ayırıyorlardı. 

Dönüp dolaşıp 6 Şubat'a geri geliyoruz. Ne 5 Şubat'a yeniden gözlerimizi yumabiliyoruz, ne de 7 Şubat'a gözlerimizi açabiliyoruz. Kabus olmasını istediğimiz 6 Şubat'ın rüyasından uyanamıyoruz bir türlü. 

Üşüyoruz. Üşüten, 6 Şubat'ın soğuğu değil; o gün hiçbir şey yapamamanın verdiği çaresizlikten kaynaklanıyor. Ve her dondurucu soğuk, kemiklerimizi yeniden kanatıyor, gözümüzden akıtamadığımız gözyaşı kan olup yeniden toprağa düşüveriyor. 

Toprak, kendinden olanın bu kadar acı çekerek kendisine geri dönmesine isyan ediyordur. Toprağa düşen her can, yeniden kanatıyor toprağı. Ve doğum sancısı, ölüm sancısına acıyor. Toprak, rahminden düşeni bağrına basmak istemiyor bir daha. 

Gidenler, kalanlara öyle ağır yük yüklediler ki; kalanlar, gidemediğine, kaldığına yanar oluyor. 

Ve sonrası, 

Yaşananlar yarım yamalak ve geçmişe özlemle dolu. Yaşanan yaşanmışın gölgesinde kalıyor.