Dr.M.Akil Yağımlı


6 Şubat Muhasebesi – 1

En zoru, canı yananlar içindi. Enkaz altındaki canını/cananını sağ kurtarma çaba ve umut acısı yetmedi, kötüyü kabullendiren kader, en kötüsü olmasın diye buldurduğuna bile sevindirecekti insanoğlunu.


Güneş doğana kadar can derdine düştük, güneş doğduktan sonra da canan derdine. Öyle bir kıyametti ki can ile canan da karıştı. Çoluk çocuğunu bir arabaya yerleştirebilenin canı kardeşi oldu, akrabası oldu, komşusu oldu, hiç tanımadığı kimseler oldu. Kimi en yakını, kimi çok yakını, kimi yakını, uzağı, akrabası, arkadaşı, komşusu için çabaladı… Ne kıyamet ne mahşerdi ya Rabbi, bir daha kimseye gösterme!

En zoru, canı yananlar içindi. Enkaz altındaki canını/cananını sağ kurtarma çaba ve umut acısı yetmedi, kötüyü kabullendiren kader, en kötüsü olmasın diye buldurduğuna bile sevindirecekti insanoğlunu. Ne acıydı ya Rabbi, bize taşıyamayacağımız yük yükleme! 

Akıl gitti, feraset kalmadı, basiret zayıfladı. O gün ne yaptığımızı bilmezlik hâlimizi ne çok konuşacaktık sonra. ‘Niye şöyle yaptık, niye şöyle yapmadık, şöyle yapsaydık’ diyecek o kadar çok şeyimiz oldu ki. Aynı şeyleri birbirimize anlatıp durduğumuz haftalar, aylar yaşayacak bir psikolojik hâle girecektik.

Ve hayatta kalma mücadelesi: Soğuk, açlık, temel ihtiyaçlar… İlk evimiz olan arabadan sonra yaşamlarımız tekrar farklılaşmaya başlayacaktı. Gidebilecek yeri olanlar, gidilebilecek yerleri büyük kalabalıklarla paylaşanlar, tanımadıkları kimselerle kader birliği yaşayanlar…

Zor ilk birkaç gün ve sonra yavaş yavaş güya normale dönen yaşam. Çadır ve konteynır yaşamı. Sonra girilebilecek evlere dönüş. Taşınmalar, tayinler, giden, gelen… Ve büyük göç…

Yaşadık ve öğrendik ki deprem; yerin yerinden oynamasıyla ortaya çıkan o dakikadaki sallanma/sarsıntı değilmiş sadece, deprem olunca gerçekten yer yerinden oynuyormuş.

Devam edecek…