Ramazan Sayfası


Ramazan 17

Bu sayfa Adıyaman İl Müftülüğü tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarından yararlanarak hazırlanmıştır.


AYET-İ KERİME

"Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" tan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir."[Alak, 96/1-5.]  

 

HADİS-İ ŞERİF

“Allah’ım! Bana öğrettiğin ilimden beni faydalandır. Faydalanacağım şeyleri bana öğret. İlmimi artır. Bulunduğum her hal için Allah’a hamd olsun” [Tirmizî, Daavât, 128.]

 

İslâm'ın İlme Verdiği Önem

İslam dini okumaya, araştırmaya ve ilme büyük önem vermiştir. Nitekim Cenabı Hak, ilk inen ayetlerde Hz. Peygamber ve onun şahsında tüm Müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı "alak" tan yarattı. Oku! Senin Rabbin en cömert olandır. O, kalemle yazmayı öğretendir, insana bilmediğini öğretendir."[Alak, 96/1-5.] mealindeki ilk vahyin "oku" emriyle başlaması ve bu emrin beş kısa ayet içinde iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve ilmin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

İslam, insanın yaratılışına uygun son ve mükemmel bir din olduğu için bütün Müslümanlara ilmi farz kılmıştır. Her Müslümanın dinî vecibelerini yerine getirecek, helal ile haramı, Hakk ile bâtılı birbirinden ayırt edecek kadar ilim sahibi olması farz-ı ayndır. Nitekim Hz. Peygamberimiz (sav): “Kadın ve erkek her Müslüman’a ilim öğrenmek farzdır”[İbni Mâce, Mukaddime,17] buyurmuştur. Cahilliğe karşı âdeta savaş açan ve ilk emri “Oku” olan Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de “Sakın cahillerden olma!” [En‘am,6/35.] ayetiyle cehaletten uzak durmayı, “Bilmiyorsanız bilenlere sorun.” [Enbiya,21/7.] ayetiyle de öğrenmeyi ve araştırmayı emretmektedir. Yine Rabbimiz, “Allah’tan gerektiği şekilde ancak ilim sahipleri korkar.”[Fatır, 35/28.] ayetiyle bilginin ve özellikle de âlimlerin değerini ortaya koymakta, Bunun yanında Kur’an, temel bilgi vasıtaları olarak kalem [Kalem, 68/1; ‘Alak, 96/4] mürekkep[Kehf, 18/109] ve yazıdan [Alak, 96/4] bahsetmiş, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[Zümer,39/9.] düsturuyla bilgiyle cehaletin karşılaştırmasını yaparak ilmin ve öğrenmenin Müslümanlar için gerekliliğini ifade etmektedir. 

Bize Kur’an’ı tebliğ eden ve öğreten Sevgili Peygamberimiz (sav) de her daim ümmetini ilme, öğrenmeye teşvik etmiş, hatta “İlim, müminin kaybettiği yitik malıdır, onu nerede bulursa almalıdır.” [Tirmizî,İlim,19] “Kim ilmî faaliyetlerde bulunursa, ilim tahsili için gayret gösterirse Allah (cc.) ona cennetin yolunu kolaylaştırır.”[Müslim,Zikir, 39.] buyurarak ilim öğrenmenin ne kadar gerekli ve ne kadar değerli olduğunu bizlere haber vermiştir. Yine Kutlu Peygamber (sav), “Allah Teâlâ, melekler, gök ve yer halkı, hatta yuvasındaki karınca ve denizlerdeki balıklara varıncaya kadar her şey; insanlara doğruyu, iyilik ve güzellikleri öğretenlere rahmet diler, onlar için dua ve istiğfar ederler.” [Ebu Davut, İlim,1.] hadisi ile bilhassa ilmini diğer insanlara taşıyan âlimlerin, hocaların ve öğretmenlerin değerini çarpıcı bir şekilde ifade etmiştir. 

  Mekke döneminde Hz. Peygamber (sav) davete başladığında bugünkü gibi öğretim kurumları oluşturulmuş değildi. Ama bunların çekirdeği vardı.  Sahabenin öğretim faaliyetleri için bazı evler mekân olarak seçilmişti.  Mekke döneminin ilk yıllarında sahabeden Erkam’ın evini bir eğitim ve öğretim merkezi olarak seçmesi buna örnektir.  Burada Kur’an ayetleri okunuyor, dinî bilgiler öğreniliyor ve bu bilgilerin uygulaması yapılıyordu. İslâm’ı öğrenmek isteyenler buraya geliyorlardı.  

Mekke’de Kur’an öğretiminden geçirilen sahâbe Medine’de de Hz. Peygamber “Ashab-ı Suffa” olarak bilinen bir eğitim kurumu açmıştır.  Hz. Peygamber (sav) eğitimi, sadece din eğitimi ile sınırlandırmamıştır. Sahabeden Zeyd b. Sabit’e yabancı dil öğrenmeyi bizzat önermiştir. Yine Müslümanları; ziraat, tıp, astronomi gibi alanlarında bilgilenmeleri için teşviklerde bulunmuştur.  

İslam eğitim kurumu olan “Suffe”, İslam ilim tarihinde, ilk örgün eğitim kurumu olan Suffe özellikle Emeviler, Abbasiler ve Selçuklular döneminde medreselerin inşasında model oluşturmuştur. Büyük Selçuklu hükümdarı Alparslan(ö. 467/1072) zamanında vezir Nizamülmülk’ün (ö. 485/1092) girişimleri ile ilki Bağdat’ta olmak üzere, kısa zaman sonra Nişabur, Tus, Belh, İsfehan, Rey, Herat, Basra, Merv, Musul Amul ve Cizre şehirlerinde Nizamiyye medresesinin şubeleri açılmıştır. Bu eğitim kurumlarında tefsir, hadis, fıkıh, kelam gibi dini ilimlerle birlikte tıp, astronomi, matematik, felsefe, coğrafya ve tarih gibi ilimler de okutuluyordu.Tarihsel süreçte Anadolu Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı devleti zamanında medrese sistemi hem güçlenmiş ve hem de programlarını daha zengin hale getirmiştir.

 Tarihî bir gerçektir ki, ilme önem veren toplumlar ve ülkeler hep ilerlemiştir. İlimden ve teknolojiden yoksun olan toplumlar ise geri kalmış, hayatlarını başkalarına bağımlı olarak devam ettirmiştir. Günümüzde de durum bundan farklı değildir.

Sonuç olarak söylemek gerekir ise, İslam ilme ve ilim ehline büyük bir önem vermiş, biz Müslümanları ilim öğrenmeye, araştırmaya, tefekkür etmeye teşvik etmiştir. Bu teşviklerin etkisiyle Müslümanlar, çok erken dönemden itibaren ilim ve hikmet adına çok iyi çalışmalar ve eserler ortaya koymuşlar, Mekke, Medine, Şam, Kahire, Kudüs, Bağdat, İstanbul, Kurtuba, Buhara, Semerkand gibi daha pek çok İslam şehri ilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Günümüzün biz Müslümanlarına düşen görev ise Kur’an ve Sünnet ışığında tarihî mirasa sahip çıkarak dünyada ve ahirette huzur ve kurtuluşun ancak ilim ile mümkün olduğunu idrak edip ilmî çalışmalar ortaya koymaktır.

Allah Teâlâ bizleri haktan, doğrudan ve hidayetten ayırmasın ve sahip olduğu ilimle rızasını kazanan kullarından eylesin! Amin!

 

FETVA

Oruç Fidyesi Nasıl Ödenir?

Oruç fidyesinin tutarı fıtır sadakası kadardır. Bu fidyeler Ramazan’ın başlangıcında verilebileceği gibi, Ramazan’ın içinde veya sonunda da verilebilir. Fidyelerin tamamı bir fakire topluca verilebileceği gibi, ayrı ayrı fakirlere de verilebilir. Bu durumda olan kimseler, fidye vermeye güçleri yetmiyorsa Allahtan bağışlanma dilemelidir. Oruç tutmaya gücü yetmeyen yaşlılar ile iyileşme ümidi olmayan hastalar, ileride tutabilecek duruma gelirlerse, fidyelerini vermiş bile olsalar tutamadıkları oruçları Hanefîlere göre kaza ederler (Kâsânî, Bedâî’, II, 105; Merğînânî, el-Hidâye, II, 270). Önceden verdikleri fidyelerin hükmü kalmaz, bunlar nafile bağış/sadaka sayılır.